Amsterdam, tüm dünyanın en gözde şehirlerinden. Özgürlükler şehri, her yıl milyonlarca turist ağırlarken, buraya gelen insanlar ve yerel halk kendilerine tanınan özgürlüklerin tadını son derece medeni bir şekilde, kimseye rahatsızlık vermeden çıkarıyor. Burada aslında kısıtlamaların insanlarda daha çok yanlış eğilimlere yol açtığına bizzat tanık oluyorsunuz.
İki kere bulunduğum Amsterdam, her ne kadar son derece popüler olsa da bence Hollanda’da Amsterdam’dan daha güzel ve keyifli şehirler mevcut. Sözünü ettiğim bu güzel ve keyifli şehirleri başka yazılardan anlatmayı elbette planlıyorum ancak öncelikle gelin, cazibe merkezi Amsterdam’ı bir de benim gözümden okuyun. 😉
Amsterdam
Ne Zaman Gidelim?
Amsterdam, Avrupa’nın kuzeybatısında bulunan bir şehir. Dolayısıyla Türkiye’de sıcağa alışan bünyeler için yazın da oldukça serin. Biri Mayıs’da biri Temmuz’da olmak üzere iki kere gittiğim bu şehirde, her ikisi de aslında Türkiye için sıcak bir döneme gelmesine rağmen montlarla ve çoraplarla gezmek durumunda kaldık. Dolayısıyla yazın Türkiye’nin sıcağına aldanıp oraya fazlasıyla yazlık modda gitmemek gerek. Özetle, üstünüze bir şeyler mutlaka alın. 🙂
Nerede Kalalım?
Amsterdam, normal Avrupa şehirlerinden daha büyük bir alana yayılmış bir şehir. Dolayısıyla, şehir merkezinden toplu taşıma kullanılarak gidilebilecek mesafelerde de güzel oteller bulmak mümkün. Özellikle şehir merkezindeki oteller oldukça pahalı ve fiyat-performans olarak son derece düşük olması nedeniyle, şehir dışında yer alan otellere de göz gezdirmenizi tavsiye ederim.
Biz, ilk gidişimizde şehir merkezinin dışında bulunan Mercure Hotel City South‘da kalmayı tercih ettik. (İçimdeki Gezgin ayrıcalığı ile Rezervasyon için Tıklayınız). Fiyat-performans bakımından oldukça memnun kaldığımız otelin, tek dezavantaj olarak nitelendirilebilecek özelliği, şehrin biraz dışında kalmasıydı. Ancak, çok yakınından tren geçtiğinden toplu taşıma ile ulaşım oldukça kolaydı.
İkinci gidişimizde ise şehir merkezinde bulunan Quentin England Hotel’i tercih ettik. (İçimdeki Gezgin ayrıcalığı ile Rezervasyon için Tıklayınız). Ancak, her ne kadar her yere yürüyerek gidebilsek de, kaldırım seviyesinin altındaki odaları ve havalandırmaktan çok yolun tozunu içeri dolduran ufacık pencereleri ile küçücük banyosuyla pek keyifli bir konaklama deneyimi yaşadığımızı söyleyemeyeceğim. Üstelik, sözünü ettiğim otele, sadece ve sadece şehir içinde olduğu için yüksek miktarda ödeme yapmak durumunda kaldık. O nedenle, özellikle de çok binişli ulaşım kartlarından alarak en azından rahat bir uyku uyuyarak, şehrin tadını daha çok çıkarabilirsiniz.
Ulaşımı Nasıl Sağlayalım?
THY’nin, Pegasus’un, Atlasglobal’in kampanyalı biletlerini takip edip, İstanbul’dan yaklaşık 3,5 saatlik yolculuktan sonra bu şehre ulaşabilirsiniz. Yolculuğunuz İstanbul çıkışlı olacaksa elbette ki farklı havayolu firmaları da bulunmakta. Ancak, bizim yolculuklarımız Ankara çıkışlı ve İstanbul aktarmalı olduğundan valizlerin transferi bakımından THY ya da Pegasus’u tercih etmek daha mantıklı oluyor. Eskiden THY’nin Ankara’dan direkt Amsterdam uçuşları da vardı, ancak gerekli verimi alamamış olacaklar ki, bu uçuşu kaldırdılar.
Amsterdam’a vardığımızda, kalış gününüze göre, çok binişli kartlarını tercih edebilirsiniz. Ancak, burada kalacağınız otele göre değerlendirme yapmakta fayda var. Nitekim, şehir içinde gezilecek yerlerin tamamı yürüme mesafesinde. Kalacağınız oteli de şehir merkezinden seçerseniz, çok binişli ulaşım kartlarına gerek duymayacağınızı rahatlıkla söyleyebilirim.
Amsterdam içi ulaşım ve çok binişli ulaşım kartı ücretleri için tıklayınız.
Nereleri Gezelim, Görelim?
Hollanda, sadece eğlence hayatıyla değil, kültürel olarak da son derece gelişmiş, Rembrant, Van Gogh gibi ünlü ressamlar yetiştirmiş bir ülke. Bunun yanında, Amstrerdam’ın 2. Dünya Savaşı’nı da son derece ağır atlatması nedeniyle o dönemin izlerini de yaşayabileceğiniz bir şehir. Eğlence ve turistik aktivitelerle birlikte, Amsterdam’ın kültür hayatına da kısa bir göz atmakta fayda var. Hepsi yazının devamında…
- Anne Frank’in Evi: 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Yahudilere yaptığı zulmün simgesi haline gelmiş Anne Frank’in evi, müzeye çevrilmiş ve ziyaretçilerini beklemekte. Son derece etkileyici bir yer olan bu ev, iki bölümden oluşuyor. İlki, herkesin gördüğü ( zamanında Nazilerin de gördüğü) bölüm. İkinci bölüm ise Yahudi olan Anne Frank ve ailesinin gizli bir bölmeden geçerek Nazilerden saklandığı ve yaklaşık 2 yıl boyunca yaşadığı evin arka kısmı. Yazdığı günlükle savaşın simgesi haline gelen Anne Frank ve ailesinin bu gizli bölmede saklandıkları 2 yılın sonunda öğreniliyor ve Polonya’da bulunan Bergen-Belsen Kampı’na gönderiliyorlar. Aileden ne yazık ki sadece baba Otto Frank kurtuluyor ve kızının yazdığı günlüğün basılarak tüm dünyanın yaşanan bu zulümden haberdar olmasını sağlıyor, saklandıkları ev de müze haline getirilerek halkın ziyaretine açılıyor. Son derece etkileyci bu müze, akşam geç saate kadar açık. Mutlaka bir kaç saatinizi ayırarak burayı gezin, oldukça etkileneceğinizi söyleyebilirim. Müze hakkında daha detaylı bilgi için tıklayınız.
- Rijksmuseum: Meşhur “Iamsterdam” yazısının bulunduğu meydanda yer alan ve çoğunlukla Rembrant’ın fotoğraf kadar gerçekçi eserlerine ev sahipliği yapan bu müze, mutlaka Amsterdam’da görülecekler listenizde olmalıdır. “Ben müze gezmeyi sevmem, buraya kadar gelmişken bir de müze mi gezeceğim?” diye düşünüyorsanız, çok şey kaçırıyorsunuz. Oldukça keyifli eserler bünyesinde barındıran bu yerde zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Müze ziyaret saatleri ve bilet bilgileri için tıklayınız. Ayrıca, yine aynı bölgede yer alan Van Gogh Müzesi de bir diğer alternatif. Ne yazık ki, bizim iki müze gezecek kadar fazla vaktimiz olmadığından Van Gogh Müzesi’ni gezemedik, ancak Van Gogh severseniz, bu müzeyi de listenize ekleyebilirsiniz.
- Heineken Experience: Hollanda’nın ünlü bira markası olan Heineken’in, aynı zamanda özel turlar düzenlenen bira fabrikası. Buraya girerken size bir bileklik veriliyor, bira yapımını öğrendikten sonra size verilen bu bileklikle bir bira içebiliyor aynı zamanda Heineken’in şehir içindeki mağazasından size özel bir hediye (Bize güneş gözlüğü denk gelmişti 🙂 )alabiliyorsunuz. Özetle, biraya özel bir merakınız yoksa fazlasıyla turistik bir aktivite 🙂 Ancak, bizim gibi bira merakınız varsa da oldukça eğlenceli. Detaylı bilgi için tıklayınız.
- Vondelpark: Avrupa şehirlerinin en önemli özelliği, şehirlerde mutlaka insanların nefes alabileceği büyükçe bir yeşil alan olması. Bir diğer özelliği ise, dev meydanları. Amsterdam’da insanların nefes alacağı yer ise Vondelpark. Burası, şehrin göbeğinde, yürüyerek rahatlıkla ulaşabileceğiniz, üstelik hava da güzelse keyifli vakit geçirebileceğiniz ve bol oksijen alabileceğiniz bir park. Bu parka mutlaka uğrayın, kısa bir yürüyüş yapın, son derece keyif alacağınızın garantisini verebilirim.
- Dam Square (Dam Meydanı): Yukarıda da belirttiğim gibi Avrupa şehirlerinin en karakteristik özelliklerinden birisi de dev meydanlarının olması. Amsterdam’da bulunan meydanın adı Dam Meydanı. Etrafında çokça kafe ve restaurant bulunduran bu meydanda, Madame Tussauds’a uğrayabilir, biz öğrenciyken okutulan İngilizce kitaplarından çok iyi bildiğimiz ünlülerin balmumu heykelleriyle fotoğraf çektirebilirsiniz.
- Red Light District: Amsterdam denilince herkesin en çok merak ettiği yerlerin başında Red Light District gelmekte. Aslında insan bedeninin tamamen meta olarak kullanıldığı bu yerde, kırmızı ışıkta kadınların, mavi ışıkta ise transeksüellerin camların arkasından kendilerini dışarıdaki topluluğa beğendirmeye çalıştıklarına şahit oluyorsunuz. Amsterdam’ın en önemli bölgesi olan Red Light’da, aslında fotoğraf çekmek yasak. Ancak, kanal kenarına kurulan bölge, o kadar turistik olmuş ki, farklı milletlerden insanlar akın akın burayı ziyaret ediyor. Bizim gibi kapalı ve oldukça baskı altında yaşayan toplumlar için her ne kadar ilginç olarak düşünülse de, aslında durum son derece dramatik.
Nerelerde Yemek Yiyelim?
Hollanda, yemek konusunda oldukça fakir bir mutfağa sahip. Bizim Amsterdam’da en büyük kurtarıcımız Vapiano adlı İtalyan restaurantı oldu. Hem uygun fiyata, hem lezzetli hem de doyurucu yemekler yiyebildik. Bir diğer tavsiye edilebilecek restaurant ise, yine yerel bir restaurant olmayıp, İspanyol mutfağından yemekler sunan Pata Negra oldu. Pata Negra, salaş, fakat oldukça lezzetli yemekler yapan, keyifli bir mekan. Bunlar dışında, Hollanda’nın okyanusa kıyısı olduğu dikkate alındığında, son derece lezzetli balıklara ve deniz ürünlerine rahatlıkla ulaşabileceğinizi de unutmayın.
Bunlar dışında, elbette Amsterdam, mantar ve space cake olarak bilinen keyif verici maddeleriyle de meşhur. Ancak, burada üzerinde durulması gereken nokta, bunların asla ve asla uyuşturucu olmadığı. Abartmamak ve ağır olanlarından denememek koşuluyla bu tür aktivitelere girişmek, arkadaşlarınızla paylaştığınız keyifli bir anı olarak hatıralarınızda yer alacak. Mantar, coffe shop denilen ufak dükkanlarda satılan, tadı çiğ cevize benzeyen, aslında yemesi çok da lezzetli olmayan bir ürün. Satıcının tavsiyesiyle, marketten aldığımız yoğurtla karıştırıp yedik. Tek etkisi, renklerin parlaklaşması (ben ilk başta her ne kadar bana bi şey olmadığını iddia etsem de etkisi geçince aslında etki ettiğini farkettim 🙂 ) ve anlamsızca, kahkahalar atarak gülmeniz. Space cake satan en ünlü mekan Bulldog. Biz de oradan, bildiğiniz kakaolu kek olan space cake’i alıp, denedik. Ancak, kek, gerçekten etki etmedi 🙂 Sanırım yedikten sonra hemen uyumamak gerek. 🙂
Amsterdam, son derece popüler bir turistik destinasyon olmasının yanı sıra, aslında son derece özgürlükçü bir kent. Uyuşturucunun, cinselliğin ve kumarın tamamen serbest olduğu bu ülkede, yerel halkın bu serbestliği hiçbir şekilde suistimal etmediğine tanık oluyorsunuz. Sadece Amsterdam’la kalmayıp, Hollanda’nın diğer kentlerini de içine alan büyük bir Hollanda turunu mutlaka gezi listenize ekleyin.
Keyifli geziler…
Instagram: anilaakin