Çok zahmetli ve yorucu bir yolculuktan sonra Mardin’e ulaşıyorum. Benim gittiğim dönemde Mardin Havaalanı’nın kapalı olması nedeniyle akşam saatlerinde Diyarbakır Havaalanı’na inmemle o saatte Mardin’e hiç bir vasıta olmadığı öğrenmem bir oluyor. Asıl amacı iş seyahati olan bu yolculukta, kalacak yerim ve bütün programlarım o akşam için Mardin’e göre ayarlanmışken, her şey bir anda alt üst olmuştu. Diyarbakır’da nerede kaldım, o gece nasıl uyudum, sabah nasıl Mardin’e gittim, hayal meyal hatırlıyorum. Mardin’de işimi sabah erkenden hallettikten sonra kendimi eski Mardin’in sokaklarına attım. Hem de ne atmak! Bu kadar etkileneceğimi, her seyahat sohbetinde Mardin’den bahsedeceğimi hiç düşünmemiştim… Ve hep umutla beklediğim huzur ve barış ortamında Mardin’i tekrar gezmek için kendime söz verdim.
Mardin, kadim bir kent. Kuruluşu yıllar öncesine dayanan, Sünni’si, Alevi’si, Hristiyan’ı, Türk’ü, Arap’ı, Süryani’si birçok millet ve mezhepten insana kucak açmış, dağın yamacına evleri sıralanırken yüzünü Mezopotamya Ovası’nın bereketine vermiş, karşı topraklarında her gün acı ve gözyaşı olmasına rağmen, kendi içinde hoşgörüyü muhafaza etmiş bir kent. Gezmek sizin için sadece deniz, kum, güneş, eğlence demek değilse ve Mardin’i henüz ziyaret etmediyseniz, mutlaka ama mutlaka listenize ekleyin.
Mardin, köklü tüm şehirler gibi yeni ve eski Mardin olmak üzere 2 ana bölgeden oluşuyor. Nüfusun artmasıyla halk, çoğunlukla sevimsiz apartmanların bulunduğu bölgelere kaymış. Ancak, eski şehirle yeni şehir arasında son derece keskin bir ayrım var. Ulaşım her ne kadar kısa sürse de aradaki farklılığı ve yeni şehirden çıkıp eski şehre doğru yol aldığınızın farkına anında varabiliyorsunuz.
Planlarımda ufak (!) bir aksaklık olmasaydı, konaklama için, bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine, eski Mardin’de bulunan Zinciriye Otel’de kalıp, fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla, akşam eşsiz Mezopotamya manzarasının tadını çıkaracaktım, fakat ne yazık ki bu amacıma ulaşamadım. Otele ilişkin hatırladığım, benim Diyarbakır Havaalanı’nda kaldığımı öğrendiklerinde, hemen bir araba gönderip aldırmak istedikleriydi. Ancak, çevredekilerin o saatte ve karanlıkta Diyarbakır-Mardin yolunun çok güvenli olmaması yönündeki telkinleriyle bu nazik önerilerini geri çevirmek zorunda kaldım. Mardin gezisi planlıyorsanız, Zinciriye Otel’e bir göz atın, bütçenize de uygunsa bir alternatif olarak düşünmekte fayda var.
Gelelim Mardin’in eşsiz kültürüne daha detaylı bakmaya. Eski şehrin merkezini yürüyerek çok rahatlıkla gezebilecekken, yürüyerek gidemeyeceğiniz iki yer var; ilki Kasımiye Medresesi, bir diğeri de Süryani Kilisesi’nin önemli dini merkezlerinden birisi olan Deyrulzafaran Manastırı. Şahsi arabanız varsa yahut bir tura katılarak, tur otobüsleriyle bu şehri geziyorsanız buralara ulaşım çok kolay. Ancak, benim gibi herhangi bir nedenle toplu taşımayla bu yolculuğu gerçekleştirecekseniz, işiniz biraz zor. Sabah erkenden işimi halletmek için gittiğimde, Ankara’dan geldiğimi öğrenen meslektaşlarım, bir taksiciyle anlaşıp, önce Kasımiye Medresesi’ne ardından da manastıra taksiyle gitmemi önerdiler. Ancak gezim esnasında telefonum sürekli çaldığından ve sürekli annemin telaşlı sesine maruz kaldığımdan, büyük pişmanlıkla söylüyorum, hem Kasımiye Medresesi’ni hem Deyrulzafaran Manastırı’nı gezemedim. Çok yerde okudum, çok yerde izledim; Mardin Metropoliti’nin ikametgahı olarak da kullanılan Deyrulzafaran Manastırı’nı ve Kasımiye Medresesi ‘ni gezmeden, görmeden dönmeyin !!!
Aralık ayına denk gelen, güneşli ve gezmek için çok sıcak olmayan enfes bir günde, sağımda uçsuz bucaksız Mezopotamya Ovası, solumda, Mardin’in, dağın yamacına kat kat sıralanmış sarı ve karakteristik evleri, yoluma devam ediyorum. Eski şehrin merkezinden geçen, belli ki zamanında şehrin ana yolu olarak kullanılan, dar bir caddeden ilerleyerek caddenin sonuna varıyorum. Ziyaretimin ilk durağı Hatuniye Medresesi. Ben hayran hayran etrafı anlamaya çalışırken, medresenin bakımıyla ilgilenen bir beyefendi yanıma yaklaşıp, medreseyle ilgili tarihi ve mimari bilgiler vermeye başladı. Kutbeddin İlgazi’nin mezarının bulunduğu yer ile Hz. Muhammed’in ayak izi olduğuna inanılan bölümü de gösterip, ayak izinin bulunduğu kısmı elleyip, koklamamı istedi. Kendi ifadesine göre, sözü edilen koku hiçbir müdahalede bulunulmadan yüzyıllardır aynı şekilde muhafaza ediliyormuş. Elbette ki, inanıp inanmamak size kalmış, ben sadece aktarıcıyım. 🙂 Sonrasında, medresenin bir dantel gibi işlenmiş mihraplarını göstererek, mihrapların üstlerinin bu şekilde yapılmasının nedeninin akustik sağlamak olduğunu anlattı. Rehberimle kısa bir tur eşliğinde medreseyi gezdikten sonra kendisine teşekkür ederek 😉 , Mardin sokaklarını gezmeye devam ettim.
Bir sonraki durağım Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi. Hatuniye Medresesi’nin hemen yakınında bulunan bu müzede, Mardin kültürü ve tarihine ilişkin birçok bilgi ve belge bulunmakta. Tamamen Mardin kent mimarisine uygun olarak inşa edilmiş bu modern müzede kısa bir tur atabilir, keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Kent Müzesi’nden çıktıktan sonra şehrin meydanına doğru ana caddeden yürüdüğünüzde sağ tarafınızda Zinciriye Medresesi, sol tarafınızda da Ulu Cami kalacak. Benim gittiğim dönemde Ulu Cami restorasyon çalışmaları nedeni ile kapalıydı, dolayısıyla, çok üzülerek, Ulu Cami’yi gezemedim. O nedenle yolumu, Mardin’in dar ve karakteristik yollarından geçerek kısa bir tırmanmadan sonra ulaşabildiğim Zinciriye Medresesi’ne çevirdim. Zinciriye Medresesi, ortasında avlusu bulunan ve avlusundan Mezopotomya Ovası’nın uçsuz bucaksız şekilde görebileceğiniz hayranlık uyandıran bir yapı. Burası çok ilginç ve etkileyici bir su yolu içinde barındırır. Avlunun ortasında bulunan bu incecik su yolu, bir havuzda buluşur ve sonra toprağa doğru devam eder. Bu su yolu hayatı temsil etmektedir. Buna göre, insan, doğar, olgunlaşır ve en sonunda toprağa döner, yani ölür. Tavsiyem; burada kısa bir çay molası vererek, mutlaka ama mutlaka ovanın tadını çıkarın ve bu eşsiz manzarayı fotoğraflamaktan öte zihninize kazıyın.
İnsan doğar, | olgunlaşır ve toprağa döner, yani ölür. |
Zinciriye Medresesi
Zinciriye Medresesi’nden çıktıktan sonra sokaklarda dolaşırken, etrafıma Mardinli çocuklar doluşuyor ve hepsi bana rehberlik yapmak istiyorlar. Turistlere oldukça alışıklar ve ezberledikleri hikayeleri gelen turistlere anlatarak kendi harçlıklarını çıkarıyorlar. Ben de bir tanesine “hadi anlat bakalım” diyerek, peşine takıldım. İyi ki de takılmışım, beni çok güzel gezdirdi 🙂 Birlikte sokakları gezdik, Mardin’deki evlerin kapılarının, kadın mı erkek mi tarafından çalındığının kapının üstündeki farklı tokmaklardan anlaşılacağını, buna göre kapıyı ev ahalisinden kadının ya da erkeğin açacağını, sokaklarda çokça karşılaştığımız eşeklerin aslında belediyenin birer memuru olduğunu anlattı. 🙂
Sonra da beni Mardin’de yaşayan Süryani Cemaatinin kilisesi olan ve Mardin’in ara sokaklarında bulunan Kırklar Kilisesi’ne götürdü. Kilisede yaşayan ve kilisenin bakımıyla ilgilenen Süryani ailenin aynı zamanda şarap yaptıklarını ve mutlaka almam gerektiğini söyledi. Ben ki, şarapla fazla aram yoktur, buraya kadar gelmişken adet yerini bulsun, bir şişe alayım deyip, Ankara’ya döndükten sonra 5 şişe almadığıma pişman oldum. Benim 2011 yılına denk gelen Mardin ziyaretim sırasında 1 şişe Süryani ev şarabının fiyatı 25-TL’ydi. Umarım, o aile hala Kırklar Kilisesi’ndedir ve umarım hala şarap üretip, satıyorlardır. Şarabın tadı hala damağımda…
Ne yazık ki, dönüş uçağım yine Diyarbakır’dan olacağından ve Mardin’den Diyarbakır’a yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuk yapacağımdan, gezimin sonlarına yaklaşırken son durak olarak Mardin Müzesi’ne uğradım. Kent meydanında bulunan ve Mardin mimarisiyle çok uyumlu bir bina olan Mardin Müzesi’nde, sıfatından tam emin olamadığım (ya kazıları yöneten arkeolog ya da müze müdürü, konuya son derece hâkim ve teknik bilgiler vermişti) bir beyefendi yine benim Ankara’dan geldiğimi öğrenince hemen benimle ilgilenip müzedeki eserler hakkında bilgi vermeye başladı. Müzeden aklımda kalan (ki oldukça dikkatimi çekmişti) Ali Baba ve Kırk Haramiler hikâyesinde anlatılan altınların burada bulunduğuydu. Cam bir fanus içinde sergilenen birkaç altının bu hikâyede adı geçen altınlar olduğuna inanıldığını söyledi. Yine inanıp inanmamak elbette ki size kalmış, ama 5 sene sonra bu yazıyı yazarken aklımda bunun kalmış olması, en azından ilgi çekici olduğunun kanıtı sanırım. 🙂
Mardin Müzesi hakkında detaylı bilgi için tıklayınız.
Yemek konusunda gelince, ben yine meslektaşımın tavsiyesine uyarak, şehir merkezinde bir kervansarayın içini restauranta çevirip misafirlerini ağırlayan Antik Sur Restaurant’ta yemeyi tercih ettim. Kendime Mardin yemeklerinden oluşan şefin tabağından söyledim, ardından da yine yöreye özgü mırra istedim. Çok açık söylemeliyim ki, vasatın altıydı. Bölge yemeklerini çok iyi bilen ve doğrudan Mardin olmasa da o kültürün içinde doğup, büyümüş birisi olarak, hiç tatmin edici değildi. Mırra yerine de hazır kahvelerden getirildiğine eminim. (Zira sonrasında başka bir yerde hakiki mırra deneme şansım da oldu.) O nedenle, muhakkak ki, yöresel yemekler yiyebileceğiniz çok daha iyi restaurantlar vardır. Elbette ki, nerede yiyeceğiniz konusunda başka bir tavsiye veremeyeceğim ama en azından nerede yememeniz konusunda fikir verebilmiş oldum. 🙂
Artık dönüş yoluna geçme vakti geldi. Önce kent meydanından dolmuşla Diyarbakır yoluna, oradan bindiğim Diyarbakır dolmuşlarıyla da Diyarbakır Havaalanı’na geldim. Dönüş yolunda, bu şehre bir daha gelmek için kendi kendime söz verdim. Belki o zaman, bu yazıyı bir daha gözden geçirip, gezemediğim yerleri de (özellikle Kasımiye Medresesi ve Deyrulzaferan Manasıtırı’nı) eklerim. Bu kadim kenti sadece bir hafta sonunuzu ayırarak mutlaka gezin. İşte o zaman huzura ve barışa ne kadar ihtiyacımızın olduğunu, bu güzellikleri istediğiniz zaman gidip gezememenin aslında ne kadar büyük bir kayıp olduğunu bir kez daha anlayacaksınız.
Yolunuzun en kısa zamanda “Kadim Kent Mardin”e düşmesi dileğiyle…
Huzurlu, barış dolu ve keyifli geziler…
MARDİN HAKKINDA UFAK NOTLAR:
- Mardin’de çok önemli bir el sanatı hala hayat buluyor; Telkari. Sokaklarında yürürken mutlaka bir telkâri dükkânına girip, yapılan el emeği takılara bir göz atın.
- Mardin sokaklarında da Süryani şarabı satan birtakım dükkânlar mevcut. Ancak, bunlar daha çok fabrikasyon. Dolayısıyla, mutlaka öncelikle Kırklar Kilisesi’nde yaşayan aileye uğrayıp, şaraplarının olup olmadığını sorun. 😉
Instagram: anilaakin